4 Aralık 2012 Salı

Çikolata Kaplı Hüzünler-Canan Tan



Yazar:Canan TAN
Sayfa Sayısı:176
Baskı 2002
Yayınevi:Altın Kitaplar
Canan Tan'ın Pirayesini sevmiştim diğerleri nasıl demeli biraz acıtasyonu fazla sıkıcı geliyordu ama bu kitabını beğendim.biraz Murathan Mungan'ın kitabını anımsattı.beğeneceğinizi düşünüyorum o yüzden tavsiye ederim.aşağıdaki öykü kitapdakilerden biri ve beni etkileyen öykülerden biri oldu.

152 Canan Tan
Akrep*
     Ateşten devasa bir top, bir alev yumağı vardı sanki Harran Ovası'nın üzerinde... Gökyüzünün tüm sıcağı, kor ağızdan çıkan bir soluk gibi, uçsuz bucaksız topraklara, oradan da dalga dalga, Urfa'nın daracık sokaklarına yayılıyordu.
     "Şu büyük baraj yapılalı beri," diye başlıyordu sohbetler. "Eski fırın sıcağını unuttuk, hamamda yaşar olduk..."
    Su gelince havanın nemi artmıştı haliyle. Yüzyıllardır yöre insanının kanını kurutan kavurucu sıcak, yerini buhar üfleyen yeni bir canavara bırakmış gibiydi.
Uyandığında terden sırılsıklamdı Zeyno...
Gözlerini araladı. Henüz sabah olmamıştı. Gün yeni yeni
ışımaktaydı.
    Mustafa'yı uyandtrmamaya çalışarak, yaz boyunca yattıkları, damın ortasında dörtayak üzerine kurulu karyoladan aşağı süzüldü. Usulca banyoya doğru yürüdü. Musluğu açtı; yüzüne, boynuna, kollarına su çarptı.
* 10. Orhon Murat Anbumu Uzun Metrajlı Film Öyküsü Birincilik Ödülü (1999)

Tüm ev halkı uykudaydı. Aynı sessizlikle geri döndü.
Ve... döşeğin üzerinde "o"nu gördü.
     Yeryüzündeki yaratıkların belki de en çirkini; siyah, boğum boğum, kıskaçları avını ararcasına açılmış; kuyruğunun ucundaki, zehrini boşaltmaya hazır iğne Mustafa'ya yönelmiş, kaygan görünümlü, kocaman bir akrep...
"Mustafa!..." diye hafif bir çığlık attı Zeyno.
     Şöyle bir silkindi Mustafa, yarı beline kadar doğruldu. Damın öte ucuna doğru bilinçsizce, geri geri kaçan Zeyno'ya baktı uyku aymazlığıyla... Garip bir sezgiyle başını çevirdi; akreple göz göze geldiğini duyumsadı tüm hücrelerinde...
Fırlayıverdi döşekten!
     İki adımda Zeyno'ya ulaştı; tutmasa, aşağıdaki evin damına düşecekti Zeyno... Parmağını dudaklarına götürüp, "Sus!" dedi.
     Geri döndü; usul adımlarla damın karşı tarafına geçti. Kerpiç duvara dayalı tahta tokmağı kavradığı gibi, tüm gücüyle akrebin üzerine indiriverdi. Ardı ardına; bir daha, bir daha...
     Sımsıkı yummuştu gözlerini Zeyno. İlkin sert kitin tabakasının ezilme sesini duydu; ardından daha yumuşak, daha iç bunaltıcı o etsi sesi...
    Gözlerini açtığında; Mustafa akrebin ölüsünü ateş küreğiy-le almış, damdan aşağı fırlatmıştı bile... Ama Zeyno'nun bir gün önce serdiği sakız beyazı çarşafın üzerinde; kocaman, koyu kırmızı bir leke -meydan okurcasına- öylece durmaktaydı.
     Korkudan tir tir titreyen karısının saçlarını şefkatle okşadı Mustafa.
"Geçti," dedi. "Geçti..."
Hayır geçmemişti, geçmezdi!
134 Canan Tan
     "Akrep öldürmek uğursuzluk getirir," derdi Zeyno'nun anneannesi. "Öldürenden de, onun yedi kuşak yakınından da öcünü almadan rahat bırakmaz..."
Kendine mukayyet olmalıydı Mustafa!
     Yalnız o mu? Zeyno, Şeyhmus, bu çatının altında yaşayan herkes...
* * *
     Kaynanası avluya indiğinde, kocaman çamaşır leğeninin başında, kanlı çarşafını yıkıyordu Zeyno. Ama ne yıkama... Kendinden geçercesine, tokmaklarla vurarak, tüm gücüyle çitileyip ayaklarıyla çiğneyerek, üzerine sodalı sular döküp duru suyla çalkalayarak; sonra tekrar sodalı sulara yatırarak...
     Evin içindeki herkes öğrenmişti; sabahın köründe, Zeyno'la Mustafa'nın odasında bir akrebin öldüğünü. Kimsenin umuru bile olmamıştı, onlar için sıradan bir olaydı bu. Hem, "akrebin öcü" de neyin nesiydi? Ohoo, öldürülen her akrep öcünü almaya kalksaydı...
     Konuşulanların hiçbirini duyacak durumda değildi Zeyno. Leğenin çevresinde, "Ana, ana..." diye ilgisini dilenen minik Şeyhmus'unu bile görmüyordu gözleri.
     Çarşaftaki o iğrenç lekeyi silebilse; akrebin öfkesini, hıncını biraz olsun azaltabilir miydi acaba?
* * *
     Mustafa'nın ölüm haberini getirdiklerinde; saçları terden yapış yapış, ayağındaki şalvarı sırılsıklam, yıkadığı çarşafı avludaki ipe asıyordu Zeyno.
    "Ana, ana Mustafa ağamı kamyon çiğnedi!" diye ok gibi içeri daldı Seyit, Zeyno'nun en küçük kaynı.
(riA-c/ata ^XaMt iVuixt'm/er- 135
Zeyno; tepkisiz, boş bakışlarla Seyit'in yüzüne baktı, baktı...
     Ne bağırıp çağırdı, ne de kendini yerden yere attı... Başındaki yemeniyi sıyırdığı gibi, yalınayak fırladı kapıdan; iki sokak aşağıdaki anasının evine doğru koşmaya başladı. Ayaklarının taşlarla yarılmasına, kan revan içinde kalmasına aldırmadan...
Avlunun ortasında durdu.
     "Ana, Mustafa'mı akrep soktu!" diye haykırdı, olduğu yere yığılıverdi.
     Sıdıka Ana, çiçekli şalvarını, al fistanını soydu Zeyno'nun. Başından aşağı soğuk sular döktü.
     Kara, kapkara bir fistan çıkardı sandığından: kendi kocasının öldüğü gün giydiği fistanı. Elleriyle giydirdi kızına. "Vah benim kadersiz yavrum!" diye dövüne dövüne...
     Sonra da elinden tuttu, kaynanasının evine geri götürdü Zeyno'yu.
     Töreler böyleydi! Yasını koca evinde tutmalıydı Zeyno. Ancak ondan sonra baba evine dönebilirdi.
     Kırk gün kara yas tutuldu Mustafalar'ın evinde. Ağıtlar yakıldı, ağlandı, yazgının böylesine isyan edildi...
     Zeyno, üzerinde kara fistanı, oturduğu köşeden hiç kalkmadan; gözleri bir noktaya dikili, yaşamakla yaşamamak arasında bir nefes farkıyla, bu çatı altında kendisi için biçilen süreyi doldurdu.
     Kimseler inandıramamıştı onu, kocasının geri geri giden bir kamyonun altında kaldığına. Bir tek Zeyno biliyordu: olanlar akrebin öcüydü! Mustafa'yı akrep sokmuştu...
      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorum yazan parmaklar incinmesin:)